Eski Türk inanışında ALBIZ
Bir milletin büyüklüğü; kültürel değerlerinin zenginliği, onu yaşama ve yaşatma ülküsü ve arzusuyla ölçülür.
Her toplumda iyiliği ve kötülüğü temsil eden varlıklar söz konusudur. İslâmiyet öncesi Türklerde “Şeytan” ve “İblis” gibi kötülüğü simgeleyen “Erlik” vardır.
Tanrı olarak “Erklig” biçimiyle Orhon(Orhun) ve Yenisey Yazıtları’nda geçen bu sözcük birçok araştırmacı tarafından “güçlü, kudretli” olarak anlamlandırılmıştır.
“Erlik”, Türk destanlarında “Şeytan”ın kendisidir ve her zaman kendi istek ve yaratılışı gereğince kötü şeyleri seçer ve kötü işleri yapmayı tercih eder.
Anlamlandırmakta güçlük çekilen veya aklın kavramakta zorlandığı konular hakkında gizemli bir gücün varlığından sıkça dem vurulur. İlk insanlardan günümüze kadar bu durum hiç değişmemiştir.
Mitolojiler de bu gizemli güçler etrafında şekillenmiştir. İnanç ve inanışları da bu gizemli güçler şekillendirmiştir.
Böylece insanlar, güçlerinin yetmediği veya herhangi bir müdahalede bulunma imkânlarının olmadığı olayları bu sayede daha rahat anlamlandırır, sebebini açıklar olmuşlardır.
Türklerin yaşadıkları coğrafya itibarıyla pek çok kültürle etkileşim içinde olmaları doğal olarak o kültürlerin kavramlarının dil, yaşayış ve inançlara yerleşmesi sonucunu doğurmuştur.
İslâmiyet’in kabulüyle birlikte Türkler yeni bir din ve inanç sistemini kabul etmekle birlikte önceki yaşamlarından bazı inanış ve geleneklerini bu yeni inanç sistemiyle harmanlayarak ve yeni bir biçime dönüştürerek devam ettirmişlerdir.
Din tarafından “batıl inanışlar” olarak adlandırılan bu tür davranışlar kişiler tarafından dinin bir parçası kabul edilmiş ve günümüzde de sergilenmeye devam edilmiştir.
“Şeytan kulağına kurşun” deyip tahtaya üç defa vurma ritüeli bunlardan biridir. Böylece nazarlardan sakınılacağına inanılmıştır.
Türk mitolojisine göre kötü ruhlar yeraltı dünyasından gelmektedir. Çok az kısmının gökyüzünde yaşadığına inanılır.
Kötücül dünyanın ve ruhların asıl kaynağı Erlik’tir. Erlik Han yıkıcıdır.
Her türlü hastalık, kuraklık, kıtlık, hayvan ölümleri gibi kötülüğün Erlik’ten geldiği kabul edilmiştir.
Türk mitoloji, masal ve destanlarında eski “ilâh” ve ruhlardan birçoğunun günümüze kadar yaşadığını görüyoruz.
Albız, İslâmiyet’ten önceki Türk ve Altay inanışına göre yeni doğum yapan (lohusalı) kadını korkutan bir cadı ya da şeytandır.
Albız, “İblis” sözcüğünün “l/b” metatezi geçirmiş biçimidir.
Kırkı dolmayan çocukların yalnız bırakıldıklarında Albız tarafından boğularak öldürüldüğüne inanılır.
Albız, “Albas, Alpas” ve Moğolca’da “Almas”, Anadolu’da “Alkarısı” olarak da bilinir. Albastı’ya neden olan kızıl renkli kötü bir varlıktır.
Türk inancına göre, bütün biçimsel ve tinsel olaylara bu varlıklar neden olmaktadır.
Albız, çirkin, saçları dağınık, gözleri kanlı, uzun tırnaklı, uzun boylu ve çok kuvvetli olarak tanımlanır. Deveyle güreşebilecek kadar uzun olduğu söylenir.
Kızıl elbiseler giyer. Kimi anlatılarda bir küpün içine girerek orada yaşar. Bazen de ırmak kenarlarındaki ıssız bölgelerde veya içi boş ağaç kovuklarında yaşadığı söylenir.
İri gözlüdür. Çok fazla sayıda ağır demir takıları vardır. En sevdiği şey atların yelesini örmektir.
Yakalamak için elbisesine veya kendisine iri bir iğne saplamak gerekir. Demirden ve demircilerden korkar.
Kötülük yapmaktan zevk alır. Yaptığı kötülükler “albasmak” tabiriyle ifâde edilmiştir. Ayakları ters olarak betimlenir. Kendisiyle konuşan “kam” ne derse tersini yapar.
Kuyuya girerek kaybolur. Bazen de iğne batırılınca su olup bir kuyuya doğru akar.
Öleceğini anladığında kendini yaralar ve akan kanından bir süre sonra yeni bir “Albız” doğar.
Albız’dan korunmak için doğum yapan kadın ve bebek kırk gün kırk gece dışarı çıkarılmaz, evde yalnız bırakılmaz.
Kırmızı rengin albastıları uzak tutacağı düşünülür. Bu yüzden, ziyarete gelenlere kırmızı renkli şerbet ikram edilir, annenin başına ve bebeğin beşiğine kırmızı bir çaput/bez bağlanır.
Kurt, boğa ve kartal gibi hayvanların tüy ya da uzuvları bebeğin ve annenin yatağına yerleştirilir, lohusa odasına demir parçası, makas ya da bıçakla birlikte Kur'an-ı Kerim konur.
Gökçe Munçuk(Mavi Boncuk)’tan çok korkar, “Nazar Boncuğu” kavramının kökeninde bu anlayış yatar.
Albastıların erkeklerden korktukları inanışı hâkimdir. Türk kültüründe bazı insanların çengelli iğne kullanarak albastıları yakalayabildiğine ve kötücüllükten tövbe ettirilebildiğine inanılmıştır. Alkarısını yakalayan ve tövbe ettirenlerin “Al Ocağı”ndan geldiği kabul edilmiştir.
Albızların bir türü olan “albastı”nın lohusa kadınlarla yeni doğan bebeklere musallat olduğuna inanılmaktadır.
Albastının lohusa kadınların nefesini kesip, ciğerlerini çıkartıp götürdüğü ve çocuklarını bu ciğerlerle beslediğine inanılmıştır.
Lohusanın sayıklaması, yemeden içmeden kesilmesi, nefesinin daralması, her şeyi anlayıp, konuşamaması “albasması” olarak ifâde edilmektedir.
Albastıların kadın cinsiyetinde olduğu kabul edilmiştir. Bu nedenle de süreç içinde Anadolu'da “Alkarısı” adını almıştır.
Adriyatik’ten Çin Denizi'ne, Kuzey Denizi'nden, Hint Okyanusu'na kadar uzanan coğrafyada nerede Türk varsa orada “albız” ile ilişkili bir ize rastlamak mümkündür.
Türk kültüründe yaşam, “dikotomik” yani siyah-beyaz şeklinde ayrım yapan ikili mantık ile değil, hem o hem öbürü şeklinde çoklu mantık esasına göre yorumlanmıştır.
Yani olayları ve kişileri bağlamında değerlendirmek esastır. O yüzden al ya da kara gibi renkler Türk kültüründe olumlu sembolik anlama sahip olabildiği gibi olumsuz anlamlar da içerebilmektedir.
Albızların çıkış noktası “ateş” ve “ocak” merkezindeki inanıştır. “Ateş” ve “ocak” kutsaldır ve çok yönlü bakışa sahip Türk kültüründe “kut” ile ilişkisini doğru kuranlar olabildiği gibi “kut” ile arasını bozanlar da vardır.
Albızlar “ateş” ve “ocak” ile ilişkili olsalar da kötücüllükleri nedeniyle “kut” dışında kalmışlardır.
Eski Kamlar (Şamanlar) ateşe değer verir ve su ile aniden söndürülmesine karşı çıkarlardı. Bunun Albız’ı (Şeytanı ya da kötü tinleri) kızdıracağını düşünürlerdi.
Albızlar insanların aklen, fiziken ve ruhen en zayıf düştükleri anları kollarlar.
Bu zamanlar kötücül ruhlar için bulunmaz fırsattır. Ve en büyük silahları hiledir. Hileye başvurarak kişileri kandırırlar.
“Albız alsın!” deyimi ise, Nihal Atsız'ın “Bozkurtların Ölümü” ve “Bozkurtlar Diriliyor” adlı romanlarında sıkça görülen bir ilençtir (bedduâdır) ve “Şeytan alsın!” anlamına gelir.
Cumhuriyet, tarihi ve talihi tersine çevirendir!
SOKRATES’TEN GÜNÜMÜZE DEMOKRASİ
13 EKİM 1923 ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞU
Yeni anayasa tuzağı!
Boraltan Köprüsü vahşeti!
Dünyanın görmek istemediği Doğu Türkistan soykırımı!
Öğretmenler toplumun Kutup Yıldızı’dır!
Büyük Ortadoğu Projesi ve ABD emperyalizmi
Deve, çöl dikeni ve mazoşizm
İdiotlar Çağı