Lawrence'a kazık atan Zenci Musa
"Arap'ın Harbiyelisi silahı bize doğrulttu" başlıklı makalemde, bizim Harp Okulu'ndan mezun Binbaşı Cafer el Askeri'nin nasıl saf değiştirip İngilizler'in yanında yer alarak Mehmetçik'i sırtından vurduğunu yazmıştım.
Bu makaleyi okuyan bir okurumuz; "Araplar içinde hep bize ihanet edenler mi var ki böyle yazdınız?" diye sitem etti. Bunun üzerine ben de size bugün Zenci Musa'yı anlatmaya karar verdim.
Aslen Sudanlı olan Musa, 1880 yılında Girit'te, bir Türk mahallesinde dünyaya geldi. Kahire'de yaşayıp Osmanlı'ya sadakatle bağlı olan dedesi, küçük yaşlarda Musa'yı yanına alır ve onu dinine bağlı bir mümin, devletine bağlı bir er olarak yetiştirir. 1911 yılında İtalyanların Libya'yı işgali sırasında gönüllü Osmanlı askeri olarak Libya'ya gidip Şeyh Senusi'nin İtalyanların karşısında, Osmanlının yanında yer alan direnişine katılır.
Trablusgarp Osmanlı'nın dört bir yanından gelen Enver Paşa ve Mustafa Kemal'in liderliğindeki gönüllü askerlerin muhteşem direnişine sahne olurken Zenci Musa da burada büyük yararlılıklar gösterir. Cephede Teşkilatı Mahsusa'nın ünlü isimlerinden Kuşçubaşı Eşref Bey'le tanışır. Uzunca boylu, iri cüsseli ve cesur davranışlarıyla Zenci Musa, Eşref Bey'in dikkatini çeker. Kuşçubaşı Eşref, Musa'yı emir eri olurak yanına alır.
1912 yılında Balkan Harbi çıkınca maiyetine girdiği komutanıyla birlikte cepheye gider. Batı Trakya Cumhuriyeti'nin kurulduğu, Edirne'nin geri alındığı cephede komutanının âdeta gölgesi olur. Gözünü bile kırpmadan, cephede ölümüne devleti için mücadele eder. Balkan Savaşları yeni bitmiştir. Ancak 1914 yılında tüm dünya milletlerini etkileyecek olan I. Dünya Savaşı patlak verir. Artık Osmanlı Devleti, 4 yıl sürecek uzun bir boğuşmanın içerisindedir. Yorgun, bitkin ve büyük kayıpları olsa da Osmanlı; Çanakkale, Kafkasya, Filistin, Kanal ve Hicaz cephelerinde Batılı emperyalistlere karşı var gücüyle savaşır. Çanakkale'de korkusuzca savaşanlar arasında Zenci Musa da vardır. Çanakkale Savaşı bitmiş, zafer kazanılmıştır. Fakat garip Anadolu insanının çilesi daha bitmemiştir.
I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı Genelkurmay Başkanı Enver Paşa bir gece yarısı Teşkilatı Mahsusa'nın son Başkanı Kuşçubaşı Eşref'i evinde ziyaret eder. Her şeyden haberdar olması münasebetiyle kendisine, 'kuşların dilini biliyor ki her durumdan haber alıyor' düşüncesiyle "Kuşların Şeyhi" lakabı takılan Kuşçubaşı Eşref Bey'e, "İngilizler Kuzey Arabistan'ı ele geçirdiler. Oradan da yavaş yavaş yukarıya doğru ilerleyip Filistin topraklarına sızıyorlar. Biz bunları yukarıdan püskürtmeye çalışıyoruz fakat İngilizleri güneyden de vurmadıkça savaşı kontrol altına alamayız. Güneyde bulunan kolordumuzda yeteri kadar askerimiz mevcut değil. Fakat bizim gibi düşünen, bizim gibi hisseden, bizim gibi vatan sevdalısı olan Yemenliler var. Oralarda olan askerlerimize ve Yemenlilere yardım etmemiz gerekiyor ki bir an evvel toparlanıp; hem isyan eden Şerif Hüseyin birliklerini dağıtsın, hem de İngilizleri geri püskürtmeyi başarsın. Onların derlenip toparlanması için gereken parayı gönderecek olan da yine biziz. 300 bin altın hazır. Para buradan, İstanbul'dan Yemen'e gidecek" der.
Eşref Bey bir an şaşırır. Enver Paşa'nın gözlerinin içine bakarak, "Nasıl gidebilir ki bu altınlar Yemen'e? Yemen'le İstanbul arasındaki Orta Doğu işgal altında. Medine'de Fahrettin Paşa canhıraş direniyor, nasıl gidebilir, kim götürebilir ki bu parayı Yemen'e?" diye sorar. Enver Paşa; "Bu parayı sen ulaştırabilirsin Kuşçubaşı Eşref!" diyerek ne kadar kararlı olduğunu bildirir.
Kuşçubaşı Eşref, Arap yarımadasını iyi bilmesi, aşiretleri tanıması, Arapçasının mükemmel derecede olması hatta kabile kabile şiveleri ihtiva etmesinden dolayı evvela emir eri Zenci Musa'yı ve Teşkilat-ı Mahsusa'dan güvendiği 70 kadar adamını toplar. Altınlar her birine dağıtılır ve kendisi de bir Arap edasıyla kılık değiştirir.
Artık yola çıkmak için herşey hazırdır. İki ayrı kola ayrılarak Medine'de buluşmak üzere yola koyulurlar. Kavilleştikleri gibi bir sorun yaşamadan Medine'ye ulaşmayı başarırlar. Fahrettin Paşa, Eşref'e, "Medine'den bir adım dahi dışarı çıkamazsın. Çünkü İngiliz istihbaratı ajanları vasıtasıyla 300 bin altınla sizin Yemen'e gittiğinizi öğrendi. Sizi ben ordumla Hayber'e kadar götürürüm. Hayber'de ordumla uğurlarım ancak sizi orada bıraktığım anda, daha birkaç kilometre dahi ilerlemeden kuşatırlar" ikazında bulunur.
Eşref Bey, "Enver Paşa'dan talimat aldım. Bu iş neye malolursa olsun bunu yapacağım" der ve Fahrettin Paşa'nın ordusuyla Hayber'e kadar giderler. Hayber'den dışarı çıkalı daha 10 kilometre gitmeden Cembele dolaylarında 25 bin kişilik İngiliz ve bedevi ortak birlikleri Eşref Bey ve adamlarının etrafını kuşatır. Burada bir gün bir gece son neferine kadar ölümüne bir çarpışıma yaşanır. En sonunda başına aldığı bir darbe ile yaralanan Eşref Bey esir düşer. Yayan ve perişan bir durumda aç- susuz çölde yürütülerek Edward Lawrence'in içinde bulunduğu bir çadıra götürülür.
Ancak Eşref'in adamlarından ikisi çatışma sırasında altınları develere yükleyip kaçmayı başarmıştı. Çatışmanın en yoğun olduğu saatlerde Kuşçubaşı Eşref, emir eri Musa'yı görevlendirerek çöle göndermiş ve her ne olursa olsun Yemen'e ulaşmasını emretmişti. Altınların kaçırıldığını anlayan Lawrence ve İngiliz kuvvetleri Zenci Musa ve arkadaşlarının peşine düştü. Fakat ne Musa'yı ne de arkadaşlarını yakalamayı başarabildiler.