"1919 senesi Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım..."
Bu tarihî sözler, Mustafa Kemal Paşa'nın hayat hikâyesinde sadece bir dönüm noktasının dile getirilmesi değil, aynı zamanda, bir askerî liderin bir ulusal öndere dönüşümünün de başlangıcını simgeler.
Değerli okurlarım geçtiğimiz Cuma günü Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, bir ulusun kaderini tayin eden gemiden, Bandırma vapurundan karaya ayak basışının 104. yıldönümü idi.
Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'dan Samsun'a uzanan yolculuğunu muhtelif kaynaklardan toparladığım anekdotlarla aktarmak istiyorum.
"Ben, 1919 senesi Mayısı içinde Samsun'a çıktığım gün, elimde maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız, büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı"...
Mustafa Kemal, Mondros Ateşkesi'nden hemen sonra Yıldırım Orduları Komutanlığı'na atanır. Ancak bu görevde 7 gün kalabilir. Zira Mondros Ateşkesi'nin, işgallere olanak tanıyan müdahalelerine ve özellikle İngilizlerin İskenderun'a asker çıkarmasına karşı şiddetli bir şekilde tepki verir. Bunun üzerine, 7 Kasım 1918'de İstanbul'a geri çağrılır. Adana'da görevlerini General Ali Fuat Cebesoy'a devreden Mustafa Kemal, 10 Kasım 1918 günü trenle hareket ederek 3 gün içinde 13 Kasım 1918'de İstanbul'a ulaştı.
"Geldikleri gibi giderler"
Mustafa Kemal, soğuk bir kasım günü İstanbul-Haydarpaşa tren istasyonuna vardığında, kendisini sadece yakın arkadaşı Dr. Rasim Ferit Bey (Talay) karşıladı. Tarih 13 Kasım 1918 Çarşamba'dır. Yanında yaveri Cevat Abbas'la birlikte Adana'dan başlayan ve üç gün süren uzun tren yolculuğunda Mustafa Kemal çok düşünceliydi. Yol boyunca bir yandan İstanbul'da karşılaşacağı durumları, öte yandan vatanın kurtuluşu için yapılması gerekenleri düşünüyor, kuşkusuz çok tasalanıyordu.
13 Kasım 1918 günü Mustafa Kemal Haydarpaşa Garı'na indiği zaman, kaderin cilvesine bakınız ki aralarında Yunan kruvazörü Averof'un da bulunduğu 55 parçadan oluşan "müttefiklerin" işgal güçlerinin ortak donanması gövde gösterisi yaparak yavaş yavaş Haydarpaşa önlerinden İstanbul Limanı'na ve Boğazı'na doğru yol alıyordu.
İşgal ordularının ortak deniz gücünü oluşturan savaş gemilerinin birbiri ardından Haydarpaşa önlerinden Kız Kulesi'ni sıyırarak Boğaz'a bir geçit töreni disipliniyle girmeleri nedeniyle deniz ulaşımı durdurulmuştu.
İşgal güçlerinin gösteriş geçişinin sona ermesini Haydarpaşa Garı'nın köşesindeki çayhaneden çaresizlik içinde 3-4 saat seyretmek zorunda kalan Mustafa Kemal, ancak öğleden sonra saat 3'e doğru Kartal adlı eski bir askeri istimbotla Sirkeci'ye geçti, oradan doğru Pera Palas Oteli'ne gitti.
Savaş gemileri, Dolmabahçe Sarayı önlerinde toplarının ağızlarını saraya çevirip, yarım ay biçiminde konum alarak demir atmışlardı.
Mustafa Kemal, Haydarpaşa'dan Karaköy'e küçük Kartal istimbotu ile bu yabancı gemilerinin arasından giderken, işte o ünlü sözünü söylemiştir: "Geldikleri gibi giderler".
Ortaya çıkan karanlık tablonun kafamızda canlanması için bu anlatımlar yetersiz kalır. Haydarpaşa Garı'ndan eski ve küçük bir motorla işgal gemilerinin arasından geçerek Sirkeci yönüne doğru giden Mustafa Kemal'in içinde bulunduğu ruh halini anlamak pek de güç değildir.
İstanbul'da geçen 6 ay
Çanakkale'de, İngiliz ve yandaşlarının donanmasını durduran, Anafartalar ve Conkbayırı'nda onlara unutamayacakları dersler veren İngiliz, Fransız ve Anzak güçlerinin Çanakkale'yi geçemeyip başarısız olarak geriye gidişlerini gören, Çanakkale destanını yaşayan ve yaratan bir genç generalin, bu yeni durumdan hüzün ve acı duyması kadar doğal bir şey olamazdı.
Demek ki o kadar büyük gayret, demek ki Çanakkale'de şehit olan on binler boşunaydı... Çanakkale'de yenilerek yüz geri edilen bu donanma işte şimdi, hiçbir engelle karşılaşmadan ‹stanbul'a gelip demirlemişti. Düşman gemileri arasından boynu bükük geçen 37 yaşındaki genç Mustafa Kemal'in ruhunda yaşadığı fırtınalar... Kızgınlık, öfke, acı ve tasa duyguları içindeki bu gelgitler, bir an için kafamızda canlandırılmalıdır.
Mustafa Kemal İstanbul'da tam 6 ay kaldı. Bu 6 ay içinde Mustafa Kemal, birçok temas, birçok toplantı, birçok görüşme yaptı.
Vatanın kurtuluş çarelerini herkesle konuştu. Eski İttihatçılar, onlara karşı olanlar, işgal kuvvetleri ile birlikte çalışanlar... Hatta Padişah Vahdettin'le dört kez görüştü.
Yakın tarih yazarlarının birleştiği bir nokta şudur. "Mustafa Kemal en büyük siyasal yeteneğini İstanbul'da geçirdiği bu 6 ay boyunca göstermiştir."
Gerçekten; Mustafa Kemal Paşa, Samsun'a ulaşmadan önce, İstanbul'da geçen üzüntü ve hayal kırıklığı dolu 6 aylık (13 Kasım 1918-16 Mayıs 1919) bir "çözüm arayış dönemi"ni arkada bırakarak o gün, Anadolu toprakları ile kucaklaşır. Bütün varlığını kaplamış olan derin bir sevgi ile bağlı bulunduğu bu topraklar, nicedir aklını ve ruhunu dolduran bir özlemin gerçekleşmesi, daha açık bir deyişle, "vatan nasıl kurtarılabilir?" sorusunda düğümlenen bir ölüm kalım görevinin başarılması için, O'nun gözünde tek umut kaynağıdır.
Bir inanç ve hareket adamı olan Mustafa Kemal Paşa'ya göre, "...Esas, Türk Milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır..." O'nun bu inancı, hiç kuşkusuz, kişisel karakterinden kaynaklanır. Şu sözlerindeki derin anlama bakınız: "...Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir. Ben, yaşayabilmek için, mutlaka bağımsız bir milletin evlâdı kalmalıyım..."
Ve işte Atatürk'ten Türk gençlerine...
Ey Türk gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet (sonsuza kadar) muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin (varlığının ve geleceğinin) yegâne (biricik) temeli budur.
Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek (yoksun bırakmak) isteyecek dahilî ve harici (iç ve dış) bedhahların (kötülüğünü isteyenler) olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin (durumun) imkân ve şerâitini (şartlarını) düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait (elverişsiz) bir mahiyette (nitelikte) tezahür edebilir (görünebilir).
İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali (benzeri) görülmemiş bir galibiyetin mümessili (temsilcisi) olabilirler. Cebren (zorla) ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil (fiili olarak) işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şerâitten daha elim (acıklı) ve daha vahim (korkunç) olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet (doğru yoldan ayrılma, yoldan sapma) ve hattâ hıyanet (hainlik) içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini, müstevlilerin (memleketi ele geçirenlerin) siyasî emelleriyle tevhid edebilirler (birleştirebilirler). Millet, fakr ü zaruret (yokluk ve yoksulluk) İçinde harap ve bitap (yorgun) düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı!
İşte, bu ahval ve şerâit (bu durum ve şartlar) içinde dahi vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Sevgili okurlarım, yazıma son verirken Falih Rıfkı Atay'ın şu ünlü sözünü aklınızdan çıkarmayın:
"Gençler, bizim çektiklerimizi çekmemek ve bu halka çektirmemek için, siz de Atatürk'ü unutmayınız.
Mustafa Kemal bizimdi. Atatürk sizindir."
Erdi Cumhuriyet 100’üncü yaşına
Paşa’nın emir erine “asker kaçağı” kaydı
Masum yalanlar
Tuhaflıklar ülkesi
Atatürk'ü yetiştiren öğretmenler
Mutfağımızın demirbaşı
Kuşkonmaz camisi ve Türk mimarisinde kuş evleri
Türk müziği makamları ve insana sağlığı üzerine etkileri